izmir kent tarihi
  İzmir 'de Cumhuriyet ışığı
 
İzmir 'de Cumhuriyet ışığı       

Osmanlı’nın ‘gavur’ diye andığı ve 9 Eylül 1922’de ‘kurtulan’  İzmir’e Cumhuriyet yönetiminin verdiği özel önemin öyküsüdür. İzmir, Cumhuriyet rejiminin en çok önemsediği kentlerden biri olacaktır...

Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti
İzmir Vilayeti
Tahrirat Kalemi

İzmir 27 Mart 1926… Bugün geldim. Vazifeye başladım. Halkın refah ve emniyetini, irfanını, sıhhatini ve memleketin imarını ve her vecihle mahzarı terakki olmasını deruhte eden mukaddes Cumhuriyetin  umdeleri hepimiz için düstur-u harekettir. Müşterek gayretin bütün asarını toplamak ve memleketin bütün ruhlarından cereyan geçirerek vilayetimizde adeta feyizli bir müsabaka açmak hepimiz için vecibedir. Şimdiden bu emeller etrafında arkadaşlarımın gayretlerinden ve yeni bir ruh ile çalışılacağından emimim.
Vali Mirliva Kâzım
(Kazalara, nahiyelere ve bilumum devaire yazılmıştır)


Gazi Mustafa Kemal tarafından İzmir’e ‘çok özel’ görevlerle Vali olarak atanan Kazım Paşa, 27 Mart 1926’da göreve başlayışını bu bildiri ile vilayete duyurmuştu. Memleketin imarı ve toplumun sağlıklı gelişmesi Cumhuriyet yönetiminin temel ilkelerinden biriydi ve daha sonra yine Atatürk tarafından kendisine ‘Dirik’ soyadı verilecek olan Kazım Paşa da ilk bildirisinde bu ilkelere sımsıkı sarılacağını duyuruyordu.

Aslında İzmir’in sağlıklı gelişimi kararı Cumhuriyetin ilanından önce toplanan ‘Birinci İktisat Kongresi’ kararları arasında yer alıyordu. Bugün bile tam olarak cevabını veremediğimiz bir soru olan ‘İzmir’i kimin yaktığı’ bilinmiyordu. Bilinen tek şey İzmir’in yeniden imarının gerektiği idi.

Daha 1923’ün başlarında merkezi Paris’te bulunan bir şirket kurulmuştu: ‘Societe de Reconstruction de Smyrne’ yani İzmir’in Yeniden İmar ve İnşasının Teknik Şirketi…Kurucu hissedarları arasında Türkler ve Fransızlar bulunuyordu. Bu şirket bugün de üzerinde hala tartışılan  “Danger ve Prost” planını hazırlayarak yangın alanlarında bugün de düzenli bir kent görüntüsü veren ilk planı hazırlamıştı. Cumhuriyet yönetiminin ilk Belediye Başkanı olan ve çağdaş bir kimlik olarak tanınan Uşşakızâde Muammer Bey planlama işini önce Rene Danger’e vermiş, daha sonra ikinci Danger olarak Raymond Danger de İzmir’e gelmişti. Belediye Başkanlarının değişmesinden sonra da bu planlar önemsenmiş ve uygulanma olanakları bulmuştu.


1922 Eylülü sonrasında oturulamayacak kadar kötü durumda olan yangın alanlarında bir yandan ‘Kürt Niyazi’ olarak bilinen ailenin öncülüğünde ‘temizlik’ yapılırken Osmanlı’nın en tanınmış topoğrafyacısı olarak bilinen Şevki Paşa da kadastro işlerine başlamıştı.  Muammer Bey’in danışmanı olarak görev yapan Marcel Prost’un da önerileri ile 1925 yılı sonlarında hazırlanan plan 1926’dan itibaren uygulanmaya başladı. O zamanki adıyla ‘Büyük Yol’ bugünkü Gazi Bulvarı, Mimar Kemallettin Caddesi ve Halit Ziya Bulvarı üzeri ve civarında 1926 yılında 290 binanın inşasına başlandı. İzmir artık aralarında bir-iki art noveau bina da bulunan ama ezici çoğunluğu Birinci Ulusal Mimarlık Akımı ilkelerine göre yapılmış yeni Cumhuriyet binaları görülüyordu… Yeni binalar arasında İzmir Ticaret Borsası,  Ziraat Bankası, Türk Ocağı (bugünkü Konak Devlet Tiyatrosu) Kardıçalı Hanı, Denicilik Bankası binaları pırıl pırıl parlıyordu. 40 metre genişliğinde olduğu için ‘Büyük Yol’ denilen Gazi Bulvarı’ndan sonra 30 metre genişliğindeki  o zamanki adı Vali Rahmi Bey bulvarı olan  Fevzipaşa Bulvarı açılacaktır.

Prof. Çınar Atay’ın araştırmalarından öğrendiğimize göre İzmir’i ilçelere bağlayacak olan yer olarak ise Konak’tan sonra ikinci bir merkez olarak gelişecek olan Basmahane seçilmiştir. 130 metre çapındaki bir daire olan Basmane Meydanı 1980’li yıllara kadar kentin önemli merkezi olacaktır. Bütün bu amaçlara ulaşmak için amansız bir çaba ile çalışılmaktaydı. Belediye planın uygulanması için bütün engelleri kaldırıyor, enkazlar arasından yeni yollar açılıyordu. Yolların açılmasına karşı duran kalıntılar tam olarak yıkılmamış evler, kemerler parçalanıyor ve dağıtılıyordu.

Kentin ticari merkezinin iki büyük bulvar çevresinde örgütlenmesi planlanmıştı. Sağlık kurumları için yangın alanlarında geniş bir yer ayrılacak ancak sadece unutulmaz belediye başkanı Behçet Uz’un adının verileceği Çocuk Hastanesi yapılabilecektir. 1950’den sonra gelen iktidarlar sağlık yerine bu alanların turizmde gelişmesini öngörecek ama ilk plana sadık kalınmayacaktır.

İzmir’de eğitim alanı olarak bugünkü Dokuz Eylül Üniversitesi rektörlüğünden Lozan Meydanı’na kadar ulaşan bölge ayrılmıştı ve denilebilir ki planın uygun geliştiği tek yer burası idi. Ancak kentin nüfusu yakın ilçelerden başlayan göç ile inanılmaz ölçüde artınca Ankara’nın planlarını yapan Herman Jansen İzmir’e davet ediliyor ve kent yeniden planlanıyordu. Daha sonraları “uçuk bir plancı” olarak bilinen Corbusuier İzmir’e çağrılacak ancak bu önemli buluşma 2. Dünya Savaşı nedeniyle ancak 1950’lerde gerçekleşebilecektir.

Bu dönemde kentin tarihsel geçmişine yönelik girişimler yapılacak Nif Kazası (Kemalpaşa) yakınlarında bulunan Hititler’den kalma bir anıt şerefine Vali Kazım Paşa’nın emriyle ‘Tak-ı zafer’ yaptırılacaktı.


Ekonomi ve Liman…

Cumhuriyet rejimi İzmir’in Türkiye’nin en önemli ihracat ve ticaret merkezi olmasını önemsiyordu. 29 Ekim’den 8 ay önce 17 Şubat 4 Mart 1923 tarihlerinde toplanan İzmir İktisat Kongresi, Lozan’da süren barış görüşmelerinin de tıkanmasına karşı “ulusal bir tavır” olarak ortaya konmuştu. İzmir’in seçimi rastlantı değildi,  Yunan işgalinin başladığı yer ve Kurtuluş Savaşı’nın bittiği yerdeki limanda düzenlenmesini bizzat Gazi istemişti. Mustafa Kemal, açılış konuşmasında şöyle diyordu:
“Arzumuz şudur, bu memleketin efradı ellerinde nümuneleri ile ziraat, ticaret, sanat say ve sapanın mümessilli olsun” Gazi ulusal bir sermaye gücünün yaratılmasının dönemin ulus devlet modeli için kaçınılmaz olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Kongre sonunda yayımlanan “Misakı İktisadi”, “Çiftçi, Tüccar, Sanayi ve İş Gruplarının İktisadi Esasları” ve “Türkiye İktisat Kongresinin Yabancı Sermaye Hakkında Hükümete Sunduğu Esaslar” başlıklı bildiriler Cumhuriyetin ışığının sadece İzmir’e değil, İzmir’den başlayarak bütün Türkiye’ye yayılabileceğini ortaya koyuyordu.”

Ekonomik önemini Ege Bölgesi’nin tarımsal ürünlerinden alan İzmir Limanı’nın genişletilmesi için de ilk planlar hazırlandı. Bu arada kentte sanayinin gelişmesi de desteklendi. Yeni pamuk ipliği, yün ipliği, halıcılık, deri fabrikaları, mobilya, kereste, kutuculuk, kiremit, tuğla , çini fabrikaları peşpeşe açılırken belediye de kendi ekonomik yatırımlarını yapıyordu.

Kentte o dönemde sıkça rastlanan sıtma hastalığına karşı bataklıklar kurutulmaya başladı. ‘Sıtma eradikasyonu’ çalışmaları kapsamında Güzelyalı, Bostanlı, Bayraklı, Tepecik ve Halkapınar yörelerindeki bataklıklar hem kente zarar vermemeleri hem de  yeni alanlar kazanılması amacıyla kurutuldu. Bu işler yapılırken Vilayet Özel İdaresi’nin sınırlı kaynakları başarı ile kullanılıyordu.


Kültür yaşamı ve Fuar..

1930’ların sözleri ile söylemek gerekirse, ‘Ege Denizinin en değerli bir incisi ve Türk yurdunun gözde bir beldesi olan İzmir, Kültür hayatı için muhtaç olduğu gıdaların en verimli, en özlü ve en besleyicisini bizzat Cumhuriyeti anlamanın şuurunda bulmuştu’. Türk İzmir’i içinden besleyen bu kutlu kaynak, yine içinden yanan ışıklarla ona dışarının da sevgi ve ilgi yollarını açmış, İzmir Enternasyonal Fuarı içeriden ve dışarıdan temin ettiği ilgilerle İzmir’in kucağında yetişen bir Kültür bahçesi mahiyet ve manzarasını arz etmekte bulmuştur. İzmir çocukları okullarından, kiataplarından, gazetelerden, Halkevlerinden topladıkları kültür nasipleri yanında fuarlarından da türlü nimetler almakta, memleket ürünlerini, yurttaş eli ile yapılmış sanat eserlerini Türk emeği ile vücut bulmuş türlü eşyayı ve bunlar dolayısı ile uzak yakın bütün yurt bucaklarını tanıtırken, başka milletlerden bize sevgi getiren çocukları ve hüner gösteren işleri ile karşılaşmanın verdiği faydalı bilgileri de kazanmaktadır. Bu bakımdan İzmir Fuarı’nı yılda bir açılarak neşe, eğlence ve ahenk içinde ziyaretçilerine derslerin en tatlı, en faydalı ve şuurlusunu veren bir dershane gibi düşünmek ve memleketin kabil olduğu kadar çok sayıdaki çocuklarını kendisine çeken bir ana kucağı saymak mümkündür…
 
Cumhuriyetin 10. yılında ‘Cumhuriyet Rejiminin’ erdiği ‘mazhariyetleri’ ortaya koymak için çıkarılan bir broşürde şöyle deniyordu: “ Geriye baktığımızda  eserlerimiz göğüs kabartıcıdır. İlerideki mesafenin çokluğundan çekiniyor değiliz, çünkü yolumuzu  ‘Cumhuriyet ışığı’ aydınlatıyor ve Atatürk’ün yanılmaz yol göstericiliği bize ‘klavuzluk’ ediyor.’

Bugün de öyle değil mi?


www.nedimatilla.com


alıntıdır

 
  Bugün 19 ziyaretçi (36 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol